-
1 yön vermek
гъэгъозэн -
2 yön vermek
to direct -
3 yön
dört ana yön die vier Himmelsrichtungen f/pl;-e yön vermek eine neue Richtung geben D, neu gestalten A;bir yönden in gewissem Sinne;bu yönden unter diesem Gesichtspunkt, in dieser Hinsicht;her yönden in jeder Beziehung; → yönünden -
4 yön
врз.сторона́, направле́ниеbinanın batı yönü — за́падная сторона́ зда́ния
Bolu yönüne — по направле́нию к Бо́гу
işin ekonomik yönü — экономи́ческая сторона́ де́ла
yön değiştirmek — изменя́ть направле́ние ( движения)
yön işaretleri — указа́тели направле́ния
yön vermek — а) направля́ть, ука́зывать; б) настра́ивать на но́вый лад
••- yönden- iş bu yönden incelendi -
5 yön
"1. direction; quarter: O yöne doğru gitti. He went in that direction. 2. side, aspect; angle: Bu sorunun birkaç yönü var. There are several sides to this matter. Probleme o yönden bakmadım. I haven´t looked at the problem from that angle. 3. point of view line of thought, line: politik yönü belli olmayan biri someone whose political views are not readily apparent. -ünden from the standpoint of, with regard to, with respect to, in point of: üslup yönünden with regard to style. - vermek /a/ to give (someone) some guidance; to give a direction to, direction (an effort/undertaking). " -
6 istikâmet
arapça استقامت 1.doğruluk. 2.dürüstlük. 3.yön. istikamet vermek yön vermek. -
7 oynamak
1. احتال [اِحْتالَ]Anlamı: rastgele yön vermek, aldatmak2. تحرك [تَحَرَّكَ]Anlamı: kımıldamak, hareket etmek3. خدع [خَدَعَ]Anlamı: rastgele yön vermek, aldatmak4. لعب [لَعِبَ]Anlamı: vaktı geçirme, eğlenme gibi için bir şeyle uğraşmak -
8 должный
gerekli,gereken* * *1) gereken, gerekliдо́лжным о́бразом — gerektiği gibi
извле́чь до́лжный уро́к — gerekli dersi çıkarmak
прида́ть до́лжное направле́ние чему-л. — istenilen / gereken yön vermek
2) ( заслуженный) hakkedilenони́ получи́ли до́лжный отве́т — onlar hakkettikleri karşılığı gördü
-
9 Weiche
Weiche <-n> ['vaıçə] f1) ( an Schienen) makas;die \Weichen für etw stellen ( fig) bir şeye yön vermek2) ( Flanke) böğür -
10 احتال
اِحْتالَ1. aldatmak2. oynamakAnlamı: rastgele yön vermek, aldatmak3. kandırmakAnlamı: aldatmak4. ayartmakAnlamı: baştan çıkarmak, doğru yoldan saptırmak -
11 خدع
خَدَعَ1. aldatmak2. oynamakAnlamı: rastgele yön vermek, aldatmak3. kandırmakAnlamı: aldatmak4. ayartmakAnlamı: baştan çıkarmak, doğru yoldan saptırmak -
12 axer
-
13 point
n. ana fikir, nokta, husus, uç, sivri uç, oyma kalemi, puan, an, sayı, konu, mesele, anlam, amaç, neden, vurgu, özellik, etki, incelik————————v. sivriltmek, noktalamak, bitirmek, doğrultmak, çevirmek, göstermek, işaret etmek, sivrilmek, uç vermek, çıkmak (çıban vb), doğrultmak (silah)* * *1. işaret et (v.) 2. nokta (n.)* * *[point] 1. noun1) (the sharp end of anything: the point of a pin; a sword point; at gunpoint (= threatened by a gun).) uç2) (a piece of land that projects into the sea etc: The ship came round Lizard Point.) burun3) (a small round dot or mark (.): a decimal point; five point three six (= 5.36); In punctuation, a point is another name for a full stop.) nokta4) (an exact place or spot: When we reached this point of the journey we stopped to rest.) nokta5) (an exact moment: Her husband walked in at that point.) tam o an6) (a place on a scale especially of temperature: the boiling-point of water.) nokta, derece7) (a division on a compass eg north, south-west etc.) yön8) (a mark in scoring a competition, game, test etc: He has won by five points to two.) sayı, puan, derece9) (a particular matter for consideration or action: The first point we must decide is, where to meet; That's a good point; You've missed the point; That's the whole point; We're wandering away from the point.) önemli nokta10) ((a) purpose or advantage: There's no point (in) asking me - I don't know.) maksat, yarar11) (a personal characteristic or quality: We all have our good points and our bad ones.) taraf, özellik12) (an electrical socket in a wall etc into which a plug can be put: Is there only one electrical point in this room?) priz2. verb1) (to aim in a particular direction: He pointed the gun at her.) doğrultmak2) (to call attention to something especially by stretching the index finger in its direction: He pointed (his finger) at the door; He pointed to a sign.) işaret etmek3) (to fill worn places in (a stone or brick wall etc) with mortar.) doldurmak, sıvamak•- pointed- pointer
- pointless
- pointlessly
- points
- be on the point of
- come to the point
- make a point of
- make one's point
- point out
- point one's toes -
14 shift
n. mesai, vardiya, ekip, çalışma grubu, değişme, değiştirme, değişiklik, çözüm, çare, bahane, kaçamak, yer değiştirme, rotasyon, kadın iç gömleği, kombinezon————————v. değiştirmek, değişmek, yön değiştirmek, vites değiştirmek, lafı çevirmek, kaçamak cevap vermek, yerini değiştirmek, yüklemek, tıkınmak, devirmek (içki), başından savmak* * *1. kay (v.) 2. kayma (n.) 3. yerini değiştir (v.) 4. değişim (n.)* * *[ʃift] 1. verb1) (to change (the) position or direction (of): We spent the whole evening shifting furniture around; The wind shifted to the west overnight.) yerini değiştirmek, kımıldatmak2) (to transfer: She shifted the blame on to me.) atmak, yüklemek3) (to get rid of: This detergent shifts stains.) yok etmek, çıkartmak2. noun1) (a change (of position etc): a shift of emphasis.) değişiklik, değişme, değişim2) (a group of people who begin work on a job when another group stop work: The night shift does the heavy work.) vardiya3) (the period during which such a group works: an eight-hour shift; ( also adjective) shift work.) vardiya süresi•- shiftlessness
- shifty
- shiftily
- shiftiness -
15 swerve
v. yoldan çıkmak, sapmak, dönmek, vazgeçmek, ödün vermek, çelmek (top), döndürmek, saptırmak, caymak* * *1. yoldan çık (v.) 2. doğru yoldan sapma (n.)* * *[swə:v] 1. verb(to turn away (from a line or course), especially quickly: The car driver swerved to avoid the dog; She never swerved from her purpose.) sapmak, birden yön değiştirmek2. noun(an act of swerving: The sudden swerve rocked the passengers in their seats.) anî dönüş, sapma -
16 istikamet
-i -e istikamet vermek v/t richten (auf A);mecburî istikamet Einbahnstraße f -
17 صوب
Iصَوْب1. kenarAnlamı: bir şeyin, bir yerin bitiş kısmı yakını, kıyı2. tarafAnlamı: altı yönden her biri3. yanAnlamı: ön, arka, alt ve üstün dışında kalan bölüm4. kıranAnlamı: kıyı, uç, kenar, çevre5. cihetAnlamı: yön, taraf, yan6. bucakAnlamı: kenar, köşe, yerIIصَوَّبَ1. nişanlamakAnlamı: bir hedefi vurmak için silâhı, taş vb. ye belli bir doğrultu vermek2. onamakAnlamı: bir işi doğru ve uygun bulmak3. düzeltmekAnlamı: düzgün duruma getirmek
См. также в других словарях:
yön vermek — yeni bir biçim, yeni bir düzen vermek … Çağatay Osmanlı Sözlük
yön — is. 1) Belli bir noktaya göre olan yer, taraf 2) Bir şeyin belli bir noktaya baktığı yan, veçhe Binanın batı yönü. 3) Bir yere gitmek için izlenen yol, cihet, istikamet Bolu yönüne. 4) mec. Tutulacak, izlenecek yol İşin ekonomik yönü. Birleşik… … Çağatay Osmanlı Sözlük
istikamet vermek — yön vermek, yöneltmek Son otuz senede tarihe nasıl bir istikamet verdiğimizi görüyorum. Y. K. Beyatlı … Çağatay Osmanlı Sözlük
istikâmet — (A.) [ ﺖﻡﺎﻘﺘﺱا ] 1. doğruluk. 2. dürüstlük. 3. yön. ♦ istikamet vermek yön vermek … Osmanli Türkçesİ sözlüğü
oynamak — nsz 1) Vakit geçirme, eğlenme, oyalanma vb. amaçlarla bir şeyle uğraşmak Çimenler üzerinde çocuklar oynuyor, kuzular otluyor. H. R. Gürpınar 2) Herhangi bir tutku, ilgi vb. sebeple bir şeye kendini vermek Babalar çocuklarının yanında rakı içer,… … Çağatay Osmanlı Sözlük
yöneltmek — i, e 1) Bir şeye belli bir yön vermek, yönelmesini sağlamak, çevirmek, tevcih etmek 2) Birine veya bir şeye doğru bakmak Bakışlarını ona yöneltti. 3) Birine bir şey söylemek, tevcih etmek Yine ünlü kişiler çeşitli konularda konuşur, ardından… … Çağatay Osmanlı Sözlük
yönetmek — i 1) Bir kurum veya kuruluşun yasalara, kurallara ve belli şartlara uygun biçimde işlemesini sağlamak, idare etmek, tedvir etmek 2) Birinin bir konudaki etkinliğine, çalışmasına yön vermek, birini yönlendirmek 3) sin., tiy. Program ve oyunların… … Çağatay Osmanlı Sözlük
ara — is. 1) İki şeyi birbirinden ayıran uzaklık, açıklık, aralık, boşluk, mesafe 2) İki olguyu, iki olayı birbirinden ayıran zaman, fasıla 3) Kişilerin veya toplulukların birbirine karşı olan durumu veya ilgisi Öğrenciyle öğretmenin arasının daima iyi … Çağatay Osmanlı Sözlük
çark — is., Far. çarḫ 1) Bir eksenin döndürdüğü tekerlek biçimindeki makine parçası Çarklar dönüyor, küçük çark büyüğünü döndürüyor. S. F. Abasıyanık 2) ask. Herhangi bir askerî birliğin, biçimini ve düzenini bozmadan kanatlarından biri çevresinde… … Çağatay Osmanlı Sözlük
sekmek — nsz, er 1) Tek veya iki ayak üzerinde sıçramak Evden yola, yoldan eve varabilmek için evvelce yerleştirilmiş iri kayalar üzerinde sekmek gerekirdi. H. Taner 2) Tek veya iki ayak üzerinde sıçrayarak ilerlemek 3) Atılan bir nesne bir yere… … Çağatay Osmanlı Sözlük