Перевод: со всех языков на все языки

со всех языков на все языки

yön vermek

  • 1 yön vermek


    гъэгъозэн

    Малый турецко-адыгский словарь > yön vermek

  • 2 yön vermek

    to direct

    İngilizce Sözlük Türkçe > yön vermek

  • 3 yön

    yön Seite f; Richtung f; fig Ansicht f, Einstellung f; fig Seite f, Aspekt m (einer Sache);
    dört ana yön die vier Himmelsrichtungen f/pl;
    -e yön vermek eine neue Richtung geben D, neu gestalten A;
    bir yönden in gewissem Sinne;
    bu yönden unter diesem Gesichtspunkt, in dieser Hinsicht;
    her yönden in jeder Beziehung; yönünden

    Türkçe-Almanca sözlük > yön

  • 4 yön

    врз.
    сторона́, направле́ние

    binanın batı yönü — за́падная сторона́ зда́ния

    Bolu yönüne — по направле́нию к Бо́гу

    işin ekonomik yönü — экономи́ческая сторона́ де́ла

    yön değiştirmek — изменя́ть направле́ние ( движения)

    yön işaretleri — указа́тели направле́ния

    yön vermek — а) направля́ть, ука́зывать; б) настра́ивать на но́вый лад

    ••
    - iş bu yönden incelendi

    Türkçe-rusça sözlük > yön

  • 5 yön

    "1. direction; quarter: O yöne doğru gitti. He went in that direction. 2. side, aspect; angle: Bu sorunun birkaç yönü var. There are several sides to this matter. Probleme o yönden bakmadım. I haven´t looked at the problem from that angle. 3. point of view line of thought, line: politik yönü belli olmayan biri someone whose political views are not readily apparent. -ünden from the standpoint of, with regard to, with respect to, in point of: üslup yönünden with regard to style. - vermek /a/ to give (someone) some guidance; to give a direction to, direction (an effort/undertaking). "

    Saja Türkçe - İngilizce Sözlük > yön

  • 6 istikâmet

    arapça استقامت 1.doğruluk. 2.dürüstlük. 3.yön. istikamet vermek yön vermek.

    Osmanlı Türkçesi Sözlüğü > istikâmet

  • 7 oynamak

    1. احتال [اِحْتالَ]
    Anlamı: rastgele yön vermek, aldatmak
    2. تحرك [تَحَرَّكَ]
    Anlamı: kımıldamak, hareket etmek
    3. خدع [خَدَعَ]
    Anlamı: rastgele yön vermek, aldatmak
    4. لعب [لَعِبَ]
    Anlamı: vaktı geçirme, eğlenme gibi için bir şeyle uğraşmak

    Türkçe-Arapça Sözlük > oynamak

  • 8 должный

    gerekli,
    gereken
    * * *
    1) gereken, gerekli

    до́лжным о́бразом — gerektiği gibi

    извле́чь до́лжный уро́к — gerekli dersi çıkarmak

    прида́ть до́лжное направле́ние чему-л. — istenilen / gereken yön vermek

    2) ( заслуженный) hakkedilen

    они́ получи́ли до́лжный отве́т — onlar hakkettikleri karşılığı gördü

    Русско-турецкий словарь > должный

  • 9 Weiche

    Weiche <-n> ['vaıçə] f
    1) ( an Schienen) makas;
    die \Weichen für etw stellen ( fig) bir şeye yön vermek
    2) ( Flanke) böğür

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > Weiche

  • 10 احتال

    اِحْتالَ
    1. aldatmak
    2. oynamak
    Anlamı: rastgele yön vermek, aldatmak
    3. kandırmak
    Anlamı: aldatmak
    4. ayartmak
    Anlamı: baştan çıkarmak, doğru yoldan saptırmak

    Arapça-Türkçe Sözlük( قاموس عربي-تركي) > احتال

  • 11 خدع

    خَدَعَ
    1. aldatmak
    2. oynamak
    Anlamı: rastgele yön vermek, aldatmak
    3. kandırmak
    Anlamı: aldatmak
    4. ayartmak
    Anlamı: baştan çıkarmak, doğru yoldan saptırmak

    Arapça-Türkçe Sözlük( قاموس عربي-تركي) > خدع

  • 12 axer

    Dictionnaire Français-Turc > axer

  • 13 point

    n. ana fikir, nokta, husus, uç, sivri uç, oyma kalemi, puan, an, sayı, konu, mesele, anlam, amaç, neden, vurgu, özellik, etki, incelik
    ————————
    v. sivriltmek, noktalamak, bitirmek, doğrultmak, çevirmek, göstermek, işaret etmek, sivrilmek, uç vermek, çıkmak (çıban vb), doğrultmak (silah)
    * * *
    1. işaret et (v.) 2. nokta (n.)
    * * *
    [point] 1. noun
    1) (the sharp end of anything: the point of a pin; a sword point; at gunpoint (= threatened by a gun).)
    2) (a piece of land that projects into the sea etc: The ship came round Lizard Point.) burun
    3) (a small round dot or mark (.): a decimal point; five point three six (= 5.36); In punctuation, a point is another name for a full stop.) nokta
    4) (an exact place or spot: When we reached this point of the journey we stopped to rest.) nokta
    5) (an exact moment: Her husband walked in at that point.) tam o an
    6) (a place on a scale especially of temperature: the boiling-point of water.) nokta, derece
    7) (a division on a compass eg north, south-west etc.) yön
    8) (a mark in scoring a competition, game, test etc: He has won by five points to two.) sayı, puan, derece
    9) (a particular matter for consideration or action: The first point we must decide is, where to meet; That's a good point; You've missed the point; That's the whole point; We're wandering away from the point.) önemli nokta
    10) ((a) purpose or advantage: There's no point (in) asking me - I don't know.) maksat, yarar
    11) (a personal characteristic or quality: We all have our good points and our bad ones.) taraf, özellik
    12) (an electrical socket in a wall etc into which a plug can be put: Is there only one electrical point in this room?) priz
    2. verb
    1) (to aim in a particular direction: He pointed the gun at her.) doğrultmak
    2) (to call attention to something especially by stretching the index finger in its direction: He pointed (his finger) at the door; He pointed to a sign.) işaret etmek
    3) (to fill worn places in (a stone or brick wall etc) with mortar.) doldurmak, sıvamak
    - pointer
    - pointless
    - pointlessly
    - points
    - be on the point of
    - come to the point
    - make a point of
    - make one's point
    - point out
    - point one's toes

    English-Turkish dictionary > point

  • 14 shift

    n. mesai, vardiya, ekip, çalışma grubu, değişme, değiştirme, değişiklik, çözüm, çare, bahane, kaçamak, yer değiştirme, rotasyon, kadın iç gömleği, kombinezon
    ————————
    v. değiştirmek, değişmek, yön değiştirmek, vites değiştirmek, lafı çevirmek, kaçamak cevap vermek, yerini değiştirmek, yüklemek, tıkınmak, devirmek (içki), başından savmak
    * * *
    1. kay (v.) 2. kayma (n.) 3. yerini değiştir (v.) 4. değişim (n.)
    * * *
    [ʃift] 1. verb
    1) (to change (the) position or direction (of): We spent the whole evening shifting furniture around; The wind shifted to the west overnight.) yerini değiştirmek, kımıldatmak
    2) (to transfer: She shifted the blame on to me.) atmak, yüklemek
    3) (to get rid of: This detergent shifts stains.) yok etmek, çıkartmak
    2. noun
    1) (a change (of position etc): a shift of emphasis.) değişiklik, değişme, değişim
    2) (a group of people who begin work on a job when another group stop work: The night shift does the heavy work.) vardiya
    3) (the period during which such a group works: an eight-hour shift; ( also adjective) shift work.) vardiya süresi
    - shiftlessness
    - shifty
    - shiftily
    - shiftiness

    English-Turkish dictionary > shift

  • 15 swerve

    v. yoldan çıkmak, sapmak, dönmek, vazgeçmek, ödün vermek, çelmek (top), döndürmek, saptırmak, caymak
    * * *
    1. yoldan çık (v.) 2. doğru yoldan sapma (n.)
    * * *
    [swə:v] 1. verb
    (to turn away (from a line or course), especially quickly: The car driver swerved to avoid the dog; She never swerved from her purpose.) sapmak, birden yön değiştirmek
    2. noun
    (an act of swerving: The sudden swerve rocked the passengers in their seats.) anî dönüş, sapma

    English-Turkish dictionary > swerve

  • 16 istikamet

    istikamet [ɑː] <- ti> yön; Richtung f; Ehrlichkeit f;
    -i -e istikamet vermek v/t richten (auf A);
    mecburî istikamet Einbahnstraße f

    Türkçe-Almanca sözlük > istikamet

  • 17 صوب

    I
    صَوْب
    1. kenar
    Anlamı: bir şeyin, bir yerin bitiş kısmı yakını, kıyı
    2. taraf
    3. yan
    Anlamı: ön, arka, alt ve üstün dışında kalan bölüm
    4. kıran
    Anlamı: kıyı, uç, kenar, çevre
    5. cihet
    Anlamı: yön, taraf, yan
    6. bucak
    Anlamı: kenar, köşe, yer
    II
    صَوَّبَ
    1. nişanlamak
    Anlamı: bir hedefi vurmak için silâhı, taş vb. ye belli bir doğrultu vermek
    2. onamak
    3. düzeltmek

    Arapça-Türkçe Sözlük( قاموس عربي-تركي) > صوب

См. также в других словарях:

  • yön vermek — yeni bir biçim, yeni bir düzen vermek …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • yön — is. 1) Belli bir noktaya göre olan yer, taraf 2) Bir şeyin belli bir noktaya baktığı yan, veçhe Binanın batı yönü. 3) Bir yere gitmek için izlenen yol, cihet, istikamet Bolu yönüne. 4) mec. Tutulacak, izlenecek yol İşin ekonomik yönü. Birleşik… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • istikamet vermek — yön vermek, yöneltmek Son otuz senede tarihe nasıl bir istikamet verdiğimizi görüyorum. Y. K. Beyatlı …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • istikâmet — (A.) [ ﺖﻡﺎﻘﺘﺱا ] 1. doğruluk. 2. dürüstlük. 3. yön. ♦ istikamet vermek yön vermek …   Osmanli Türkçesİ sözlüğü

  • oynamak — nsz 1) Vakit geçirme, eğlenme, oyalanma vb. amaçlarla bir şeyle uğraşmak Çimenler üzerinde çocuklar oynuyor, kuzular otluyor. H. R. Gürpınar 2) Herhangi bir tutku, ilgi vb. sebeple bir şeye kendini vermek Babalar çocuklarının yanında rakı içer,… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • yöneltmek — i, e 1) Bir şeye belli bir yön vermek, yönelmesini sağlamak, çevirmek, tevcih etmek 2) Birine veya bir şeye doğru bakmak Bakışlarını ona yöneltti. 3) Birine bir şey söylemek, tevcih etmek Yine ünlü kişiler çeşitli konularda konuşur, ardından… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • yönetmek — i 1) Bir kurum veya kuruluşun yasalara, kurallara ve belli şartlara uygun biçimde işlemesini sağlamak, idare etmek, tedvir etmek 2) Birinin bir konudaki etkinliğine, çalışmasına yön vermek, birini yönlendirmek 3) sin., tiy. Program ve oyunların… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • ara — is. 1) İki şeyi birbirinden ayıran uzaklık, açıklık, aralık, boşluk, mesafe 2) İki olguyu, iki olayı birbirinden ayıran zaman, fasıla 3) Kişilerin veya toplulukların birbirine karşı olan durumu veya ilgisi Öğrenciyle öğretmenin arasının daima iyi …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • çark — is., Far. çarḫ 1) Bir eksenin döndürdüğü tekerlek biçimindeki makine parçası Çarklar dönüyor, küçük çark büyüğünü döndürüyor. S. F. Abasıyanık 2) ask. Herhangi bir askerî birliğin, biçimini ve düzenini bozmadan kanatlarından biri çevresinde… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • sekmek — nsz, er 1) Tek veya iki ayak üzerinde sıçramak Evden yola, yoldan eve varabilmek için evvelce yerleştirilmiş iri kayalar üzerinde sekmek gerekirdi. H. Taner 2) Tek veya iki ayak üzerinde sıçrayarak ilerlemek 3) Atılan bir nesne bir yere… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

Поделиться ссылкой на выделенное

Прямая ссылка:
Нажмите правой клавишей мыши и выберите «Копировать ссылку»